30 Aralık 2012 Pazar

Karışık Kuruşuk Şeyler


Yonca Tokbaş'ın yayımlanmış ilk kitabı. Bilmiyorum Hürriyet'te yazılarını takip eden var mı; ben etmiyordum. Hatta kalemi hakkında en ufak bir fikrim yoktu, diyebilirim. Kitabı arkasına bakıp öyle aldım; bir de boyutuna ve şekline tav oldum tabii. Kitabın arkasında, içerikteki bir bölümden alıntı vardı, klasik... Hoştu... Hafif, iyimser ve ilham verici... Evet, aradığım buydu. Fazla düşünmeden aldım ktabı, o dakika içime sinerek. Bazen böyle olur bana; bünye ne istediğini bilir, gider alır onu, sanki kokuksundan tanır gibi... Bu sefer de yanılmadı diyebilirim. Bana iyi geldi bir şekilde...

Kitap, anlatı tarzında yazılmış. Yazar kendi hayatından notlar düşmüş. Adından da anlaşılacağı gibi, çağrışımlar ve o çağrışımların yazarda bıraktığı düşünsel ve duygusal izler, kitabın konusunu oluşturmuş. Anlatımı oldukça samimi. İyi düşünüyor ve iyi düşünceyi aşılıyor. Kendine dönük bir kitap; bir nevi hatıra defteri gibi. Edebi bir kaygı gütmüyor. Fakat hafif, dediğim gibi... Gülümsetiyor...

Orda burda, heryerde, hatta ayakta otobüste giderken bile okunacak bir kitap. Braz aralanmak ve hafiflemek isteyen okuyucular için ideal...

Karışık kuruşuk birşey...


Devamını oku...

24 Aralık 2012 Pazartesi

Firar Edesim Var!



Ne zamandır ara ara eteğimden çekerek kendini hatırlatan ruhum, bugün firarda... Önce kabul, sonra biraz telkin, sonra temiz havanın etkisi belki ama demem o ki, şeytan azapta... Ne yapalım, emir büyük yerden; bir ses var ya hani, o en derinden... Haber saldım ben de tez elden... Ey yurdum tutsakları, suçlu kılıklılar, sınır dışı edilen asiler, kutlayın dedim; af çıktı hükümetten...
Devamını oku...

13 Aralık 2012 Perşembe

Soru işareti?


Bugün kafamda büyük bir soru işareti ile kalktım. Gece gece bişey mi oldu, hayırdır derseniz; yok diyeceğim. Her zamanki gecelerden biriydi; minnoş gecenin 4:30'undan sonra beni uykusuz bıraaktı o kadar. Lakin, kafamdaki bu soru işareti, kahvaltım esnasınca büyüdü de büyüdü; ki şu an herşeyi bir ihtimal görmeye başladım. Yani iç gözlerim de, tıpkı dışarı bakanlar gibi 2 derece miyop oldular; görüntü iyice bulandı.

Hava bugün yağmurlu, gri ve serin, klasik İstanbul'un kışa çalan havası. Evet, hava bir sebebi olabilir bu karışık halet-i ruhiyenin, zira şu an tek yapmak istediğim sıcak evimde tek başıma miskinleşmek, ev kedisi gibi... Ordan oraya zıplayan düşüncelerime kendimi bırakıp pelteleşmek, jöle gibi... Sanki dip köşe temizlik yapacakmış gibi, tüm düşünceleri, hisleri, kıssadan hisseleri, kulağa küpeleri, hayalleri evet evet hayalleri, derme çatma gelecek planlarını vs. vs. ortaya saçmak... Sonra tüm bu kalabalığın ortasına oturmak... Zaman kavramı yokmuşcasına dalıp dalıp "uzaklara" gitmek... Gelmişi, geçmişi çağırmak; geleceğe uzaktan bakmak; sadece şimdiyi yaşamamak... Yanlış duymadınız; tüm kişisel gelişim kitaplarında yazılanların tersine, şimdiyi yaşamamak... Yapılacak temizlik sebebiyle şimdi için "pause" düğmesine basmak...

Aylar oldu belki de bu dediğimi yapmayalı. Hayatın bildiğin telaşından başımı kaldıramadım. Motor çalıştı da çalıştı ve daha çalışmalı ha çalışmalı. Zira yapacak çok şey var ve evet zaman eskisi kadar bol değil. Fakat içimdeki ses, biraz ilgi bekliyor artık. "Hey yolcu, koşuyorsun ama nereye gittiğini biliyor musun?", diyor. "Dur hele, gel iki çift laf edelim sonra koyulursun yola, yol dediğin önünde uzanır boylu boyunca, kaçmıyor ya..." Doğru söze ne denir? Lakin vakit hareket vaktidir; durmak kendinden menkul olanın işidir. Ben öyle miyim? Ardımda sürekli devinen, dinamik bir hayat daha var bana bağlı. Ben dursam o durmaz, o dursa da ben duramam, zira kıyamam.

Demem o ki; duramam da duramam :) ha, bu söylediklerim şikayet olarak algılanmasın nütfen. Her günüm şükürle dolu benim, çok şükür :) Şükretmediğim günlerse benim eşşekliğimdir; hemen biletimi keserim. Velhasıl, istediğim yalnızca bir mola, telaşsız, amaçsız, plansız, geniş bir mola. Hani ben kçükken bir dizi vardı. Yanlış hatırlıyor olabilirim, ancak dizinin baş kahramanı Eve isimli bir kızdı. Bu kız, her iki elinin işaret parmağının ucunu birbirine bitiştirmek sureti ile zamanı durdurabiliyordu. O dakika zaman ve onunla birlikte herşey (hayvanlar dahil) donuyordu, bir tek kızımız hariç. Aaa, hatta kızımızın bir kabiliyeti daha vardı, şimdi hatırladım; zamanı durdurduğunda istediği kmsenin omzuna dokunarak onu uyandırabiliyordu. Ne güzel iş değil mi? Şimdi mesela ben de Eve gibi zamanı durdurabilsem, hemen sevgilimi de uyandırırdım. Biraz hasret giderirdik biz de... Düşündükçe bu zamanı durdurmak fikri iyice kafama yatıyor gibi...

Soru işaretleri... Ben zamanı durdurmayı öğrenene kadar biraz daha bekleyemezler mi..?


Devamını oku...

4 Aralık 2012 Salı

Ye Kürküm Ye - Yetişkin Masalı


Bugün anladım ki, Nasrettin Hoca'nın meşhur "Ye Kürküm Ye"si yetişkinler dünyasına ait bir fıkra. Hatta Nasrettin Hoca'nın tüm fıkraları için aynı şey söylenebilir aslında. Çocuklar değil, yetişkinler alıp okumalı derim ben.

Velhasıl, beni böyle düşündüren sabah sabah neydi derseniz eğer, küçük bir an'ımı paylaşırım ben de sizle. İşe gitmeden önce minik meleğimi emziriyordum. Üzerimde (önden düğmeli olduğu için tercih ettiğim) ipek, hoş bir gömlek vardı. Tabii benim için bu böyleydi. Minik meleğim içinse mıncıklanacak ve üstüne kusmaktan çekinilmeyecek herhangi bir şeyden biriydi yalnızca.. Oh, dokunması da güsel, mıncıkla kuzum mıncıkla :))

Çocuk - bebek gözünden herşey ne kadar saf, duru değil mi? Minnoş için tek önemi şey o dakika senin gözündeki ışık ve sevgi... Gerisi boş; ne ipeği, ne kaşmiri...

Bunun nedeni hakkında da bir fikrim var. Durun onu da burada zikredeyim. Fikrimce diyorum ki, bebekler henüz kendilerinin (ve dahi uzuvlarının) farkında olmayan melek varlıklar... Onlar sadece sevgi ve masumiyet, saf enerji; ne ne cisim ne de isim önemli... Halbuki büyük insan öyle mi; büyüdükçe egosu da büyüyor, egosu şiştikçe kendisi de bir balona dönüyor. İşte sonra o balonu giydirmek mesele; nasıl derler "ye kürküm ye"..!


Devamını oku...